7 Aralık 2015 Pazartesi

Suçluluk Birikintisi



    Bin telaş ile yatağından fırlayıp,kısa ama sık adımlarla çapraz odanın kapısına doğru ilerledi.Sağ eli ile kapının koluna uzanıp zor açıldığından var gücü ile bastırdı. O kapı sanki yüzyıllardır açılmamış gibi olanca gücüyle gıcırdadı, hani şu korku filmlerinde çıkan kapı gıcırtıları varya ondan bin kat daha beterdi bu gıcırtı. İçini ürpertti. Kapıyı aralamakta tereddüt ediyordu. Ya bir den ardına kadar açacaktı ya da usulca, yavaş yavaş. Neden mi bu kadar korku içindeydi diyorsunuz? Çünkü içinde bir his vardı, boğazına yapışmıştı. Zaten o  his yüzünden yatağından kalkıp o kapıya yönelmişti. Kapının ardında Güneş'in bedeni yatıyordu yerde boylu boyunca. Aslında yerde değil de sanki bir kan gölünün üzerinde yüzüyordu bedeni. Onu görünce sanki uykudan yeni uyanmış gibi ellerini yumruk yapıp var gücü ile gözlerine bastırıp ovaladı. Hâlâ oradaydı bedeni. İçinde panik volkanları patlayıp içini cayır cayır yakmaya başladı. Kollarına aldığı gibi kucaklayıp en yakın hastanenin yolunu tutmuştu, tazı kadar güçlüydü bacakları sadece koşarak bile daha hızlı yetişebilirdi hastaneye. Hiçbir şey düşünemeyecek kadar boştu aklı. Ve kalbi... Parçalanıyordu durduğu yerde. Neden? Nasıl? Geçecek mi? Nefes alıyor mu?
...
Hastaneye; güvenilir ellere teslim ettikten sonra büyük bekleyiş başladı. Ama o bekleyiş yüzyılların devrilmesine, savaşların başlayıp da bitmesine bedeldi.
İki elinin arasına aldı yüzünü hatta arada yumruk yapıp kendi kafasına vurdu. Güneşin kafasının tam olarak neresini vurduğunu ve nasıl bir acı çektiğini anlamak için defalarca vurdu kafasına, defalarca. Sonra başını oturduğu yerin duvarına yasladı, gözlerini tavana dikti. Bir de hızla duvara vurdu kafasını. Acı içindeydi, ne yaptığını bilmiyordu. İçi kadar acımıyordu kafası. Neden acımıyor diye sinirlendi kendine, küfürler etti. Dünya'nın anasına bacısına, gelmişine geçmişine sövüp durdu. Sonra nefesini tutup Güneş'in nefes alıp verişini hissetmeye başladı. Gerçekten bunu hissediyordu ve hissettiği için içi rahatlamıştı. Ama o ilk gelip de boğazına yapışan his bir türlü rahat bırakmıyordu onu. Nasıl oldu da hissettim? Biz birbirimize mi bağlıyız? İç sesi ile konuşup birbirlerine dalaşmaya başladılar ve bazen bu dalaşma sesli oluyor etraftaki insanların bakışlarını üzerine topluyordu. Buz kesmiş parmakları ile güç bela bir numarayı tuşlayıp güvenebileceği bir arkadaşını çağırdı yanında durması için. O kişi gelince 1 saat izin isteyip eve döndü... Tazı gibi koştuğu yolları kaplumbağa gibi döndü. Ruhu müthiş bir yorgunluk içerisindeydi. Evin kapısına geldiğinde yaşlı ve parkinsonlu biri gibi titredi elleri, bir türlü anahtarı sokup da açamadı kapıyı. Sonra bir gölge ellerini sağlam bir şekilde tutup açmasına yardım etti. Eve adımını attı, Güneş'i en son gördüğü odanın kapısına doğru ilerledi. Yine sağ eliyle uzanıp kapının kolunu bastırdı ama bu sefer daha da şiddetlenmişti sanki o gıcırtı. Hızla elini çekip iki kulağını da elleriyle sıkı sıkı kapattı. Halbuki elini çektiği an gıcırtı bitmişti aslında ama onun için hala devam ediyordu hem de büyüyerek, şiddetlenip kulaklarını özenle tırmalıyordu. Hızlı nefes almaya başladı, kendine sakin olması için sözler söyledi. Deliriyordu, birazdan birileri gelip ters bir gömlek giydirip onu götürselerdi tam yeri olurdu. Bu ruh halini biraz bastırıp hızla açtı kapıyı. Kan daha da yayılmıştı. Bir rüzgar hızında bir sünger ve bir kova aldı. Ama bunları alırken bile gözünün önünde o kan birikintisi vardı. Dizlerinin üstüne çöktü, tam kan birikintisinin bitimine. Ve çıplak elinin birisini tam ortasına koyup diğer elindeki süngeri haznesi kadar kana bulayıp yavaş yavaş kovanın içine götürüp tüm gücüyle sıktı. Yerdeki kanların hepsini kovaya aktarana kadar bu işlemi belki de milyon kez yaptı. En sonunda kan birikintisinin tam ortasına koyduğu elini kaldırıp diğer eli ile oradaki kanları da sünger ile aldı ve kovanın içine süngerle beraber bıraktı. Önce bir müddet temizlediği yere baktı. Güneş'in bedenini gördü gözlerinin önünde, gülümsedi. Ama sonra hemen bu gülümseme suçluluk duygusuna döndü. Ellerini gözlerinin önüne kadar kaldırdı. En ince ayrıntıya kadar kana bulanmıştı ve hatta dirseklerine kadar akmaya başlamıştı kanlar. Büyük bir sinirle ellerini sildi pantalonuna hem avuç içini hem de elinin tersini. Şimdi bütün üstü başı kan içindeydi. Güneş dengesini kaybedip kendi düşmüştü ama o kendisini sorumlu tuttu. Güneş'in kanı ellerindeydi, pantalonunda, yüzünde, gözünde... Gözünün önüne bu halde elleri arkada tutuklandığı ve polisler tarafından aşağılandığı an gelmişti. Kendisi öldürmese bile bu anı yaşamıştı, kendini dünyadaki en suçlu insan olarak hissediyordu ve sonsuza dek ceza çekmek istiyordu...

11 yorum:

  1. Kalemine sağlık... İnsanın gözünde canlanıyor anlatılanlar... Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel akıcı bir yazı kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  3. Teşekkürlerimi iletiyorum...

    YanıtlaSil
  4. Merhaba blogunuzu takibe geldim.. Bloguma beklerim takipteyim

    YanıtlaSil
  5. merhaba, blogunuzu yeni keşfettim.blog arka planda çalan müzik hariç her şeyi çok sevdim

    YanıtlaSil
  6. AFERİN OTUR SIFIR.ŞAKA ŞAKA ☺
    100

    YanıtlaSil
  7. evet ya sen gizem iyi yazarsın he. bu ise gerçekten de korku gibi olmuş. aman böyle bir şey başımıza gelmesin de ama bir öykü olarak kalsın :)

    YanıtlaSil
  8. Eveet bazı şeyler sadece öykü olarak kalmalı:)

    YanıtlaSil
  9. kime karşı bu hem çaresizlik hem yok etme duygusu bir yandanda pişmalıkları sıfırlamaya çalışmak.. otur aferin sıfır

    YanıtlaSil