10 Mart 2016 Perşembe

UYKUNUN KUYUSU

   

   Sabahları uyanınca gözlerim kezzap atılmışçasına yanıyor. Sızım sızım sızlıyor hatta, güçbela açıyorum. Uzun saçlarıma parmaklarımı geçirip arkaya doğru atıyorum. Önce her şeyi bulanık görüyorum, sonra her iki işaretparmağımı da gözlerime iyice bastırıp siliyorum üstlerindeki uyku tozunu. Bunu neden her sabah bu kadar dikkatli bir şekilde yapıyorum bilmiyorum. Sıradan bir eylem değil bu, sanki bir şeylerden korkarcasına sıkı sıkı bastırıp siliyorum. Yataktan doğrulup bir süre sabit noktaya bakakaldıktan sonra az evvelki eylemin dünyadaki en saçma ötesi “şey” olduğuna karar veriyorum. Üstelik bunu neden ısrarla tekrarladığıma dair tek bir geçerli sebep de bulamıyorum. Sonra, bunca zaman doğru bildiğim ama bugünden itibaren bana saçma gelen bu eylemi bir daha yapmama kararı alıyorum. Nedense her uykunun sonunda ana karnından yeni çıkmış gibiyim, yeniden doğuyorum, sanki beni zorla cenin pozisyonumdan çıkartıp fazla ışıklı bir yere bırakıyorlar. Sonrası… bir dahaki uyku dilimine kadar koca bir boşluk! Biz suskun kişiliklerin sanki uyumaktan başka yapacak bir şeyi yokmuş gibi. Tüm işlerimizi sonunda her gece o kapkara havuza dalmak için yarım yamalak tamamlayıp yorgun bedenlerimizi uykunun huzurlu kollarına bırakıyoruz. Belki de bu dünyada uyumak bize kalan tek kutsal şey. Kimsenin kirli ellerini uzatamadığı, düşüncelerini diretemediği…
   Senenin erken kararan aylarının derin gecelerinde uyku ile büyük savaşlar çıkıyor aramızda. O huzurlu kolları beni boğabiliyor, gözlerimin üzerine öyle ağırlıklar yerleştiriyor ki bu bazen can yakıcı olduğu için sonunda bu savaşta yine ben mağlup oluyorum. Neden savaştığımızı ne ben biliyorum ne de uyku. Bilse bilse sadece aramızdaki savaşın kendisi biliyor. Bazen onunla didişiyorum diye uyku bir hışımla çekip gidebiliyor benden. Ama geri gelmesini umut etmiyorum veyahut gönlünü almak için tatlı dile başvurmuyorum. Çünkü arada bir uyumak yerine sorgulamak gerekiyor. Lakin kendime; “Neden uyku tüm insanların ortak noktası? Neden herkes sadece uyuyunca eşitlenir?” sorularını sorarken buluyorum kendimi. Bazen bu kesif gecelerin orta yerinde dolaşan bir gölge; “uyku yorgun işçinin banyosu, acı çeken zihinlerin merhemidir” sözünü dört bir yana bırakıp gidiyor. Ve ben acı çeken zihinlerin uyku hallerini hatta gördüğü rüyaları düşlerken rüya dervişi olup çıkıyorum. Kimi durmadan koşuyor, kimi susuyor, kimi rüyasında bile bir yatakta uyuduğunu görüyor…
  Bir gün yine başka bir sabaha uyandım, gözlerimde yine aynı acı. Acaba bu acının sahibi boğuşmalar mı? Kafamda dönüp duran düşünceleri öldürdükten sonra ellerimi gözüme götürüyordum ki bir gölge ellerimi tuttu. Bana dünkü sözlerimi hatırlattı; bu saçma eylemi bir daha yapmak yok. Ve günler böyle geçti; gözlerimdeki uyku tozunu silmeyerek. Ama her silmeyişimde güç bir hal alıyordu. Sanki bir başka bedenin veya ruhun ağırlığı oluşuyordu üzerimde. İki olasılık vardı bu durumda; ya ben gerçekten boş bir düşünceye kapılıyordum ya da hakikaten böyle bir şey gerçekleşiyordu.
  Günler geçtikçe bu bedenin varlığına içten içe inanmaya başladım. İlk defa bir şeyin varlığı böylesine korkutuyordu beni. Sürekli ensemde nefesini ve benimle beraber yatağa uzanıp arada uykuya daldığını seziyordum. Bu beraber olma durumu sadece uyku ve gece ile de sınırlı kalmıyordu. Sanki her adım attığımda iki kişi olarak adım atıyordum, iki kişilik yemek yiyor ve çok fazla konuşmayan biri olarak gün içerisinde gerekli gereksiz ayrımı yapmadan sözcükleri gelişigüzel ağzımdan dış dünyaya salıveriyordum. Üstelik kendi içimden geçenleri de söylemiyordum. Başkasının ya da başka bir şeyin cümleleri saçılıyordu ağzımdan ve bu durum gün geçtikçe çığırından çıkıyordu. Adımlarım taşıdığım ağırlık nedeniyle yavaşlamış, cümlelerim tuhaflaşmış ve gözlerim de pek görmemeye başlamıştı. Hiçbir şey rahatsız etmiyordu ama görüşümün böylesine bulanıklaşması beni çok zor durumlara sokuyordu ve son günlerde epeyce az uyuyordum, hiçbir savaş vermeden. Sanki yüzyıl boyunca kesintisiz uyumuşum da bir daha uyumasam olur gibi geliyordu. Uyku ile savaş vermiyordum ama kendimle ve içimdeki ile büyük savaşlar veriyordum. Ne olduğu, neye benzediği ya da neden içimde barındığına dair tek bir fikrimin bile olmaması beni deliye çevirip saçlarımı yolma derecesine getiriyordu. Üniforma giymiş birileri iri adımlı bir dev gibi yanıma gelip bana ters bir şekilde gömlek giydirse yeriydi. Artık tek beden olmadığımı benimsedim ve içimdeki çocuk (ki bu kelimeyi kullandığımda yeryüzündeki tüm çocuklara hakaret etmiş gibi kendimi inanılmaz derecede iğrenç buldum.) gitgide büyüyor, hareketleniyor ve benim tüm hareketlerimi ele geçirmeye çalışıyordu. Bu uğraşlarında büyük bir başarıya da varıyordu aslında. Bazı dakikalar içimdeki canavara dokunduğumu hissediyordum. Ama dokunuştan başka bir şeydi bu. Gece boyu birinden uyanıp öbürüne dalıverdiğim kısacık uykuların karanlığında, hatırlamadığım rüyaların gölgeleri arasında içimdekinin yüzünü arayıp duruyordum. Bir gün uyku ile mücadeleyi nasıl bıraktıysam bu arayışı da Kaf dağının tepesine koydum.
 Çabalamayı bıraktığım için beni ödüllendirip yüzünü gösterdi; olmayan gözlerini, olabildiğine çirkinliğini ve aslında en çok ne kadar da bana benzediğini gözlerimin önüne serdi. Gözlerimin bulanıklığı yüzünden pek net göremedim ama onu gördükten sonra benim vücudumdan sıyrılışını her hücremde bir ürperti gibi hissettim. İçimdeki canavar ben miydim? O çirkinliği gördükten sonra görüşümün tamamen karanlığa bürünmemesi mümkün değildi ve ben gözlerimi karanlığa teslim etmekten alamadım kendimi. Öyle çirkindi ki; bedeni yıllarca tozlanmış bir nesne kadar kirli, gözlerinin yerine derin, kapkara bir çukur ve tüysüz bir bedene sahipti. Sadece etten, aslında et değil de tozdan oluşmuş bir şeydi. Ve o beden öyle çok açtı ki ağzını. Derin bir nefes alıp; “Kör bir insan bedeni,” dedi. Ardından da; “Göz kenarında biriken, silmediğin uyku tozlarının evrimleşip insan bedenine bürünmüş haliyim, senin içindeki esintiler arasında sağ kalan tek varlığım ben. Her sabah kısa uykularından uyanıp gözünden sildiğin uyku tozu seni benden uzakta tutan tek şeydi ve sen bana doğmam için bir sebep verdin. Günlerini benim için acımasızca heba ettin,” dedi nefes nefese.

Eğer içimde büyüttüğüm bir varlık olmasaydı bu sözlerin daha en başında inanılmaz bir telaşa kapılır hatta görmeyen gözlerimle etraftaki nesnelerin üzerine dağıtırdım korkumu. Bu beden sanki bu sözleri çok kısık sesle söylemiş gibi gözlerimi kısıp sonrasında da bir şeyler söyler diye pür dikkat dinliyordum. Gözlerim hiçbir şeyi görmüyordu, neden böyle bir eylemde bulunduğumu düşünmeye bile başlamadan; gözlerim kısık, başım sağ tarafa eğik bir şekilde birkaç adım ileriden kendi bedenimi gördüm. Öylesine çok korktum ki koca bir adımla geriye sıçradım ve kendimi bu hareketi yaparken büsbütün gördüm. Ellerimi tahminen göz hizama getirdim ve tam karşımdan ellerimi titreyerek kaldırdığımı gördüm. Hareket eden bendim, görmeyen de ve kendimi izleyen de bendim. Nasıl bir üçleme bu böyle, çıldıracaktım! Nefes almak için ağzımı açtığımda içimdeki canavar önce davranıp; “Gözlerim yok evet ve senin de yok artık ama ben birçok insanın görüşünden görebilirim hayatı. Çünkü tozlarım bu evrenin her yerine ulaşıyor, çoğu insan bir gün gözündeki uyku tozunu silmeyi unutabiliyor ama sen günlerce bıraktın o tozu. Biz artık bağlıyız. Ben nereyi, nasıl görmek istersem sende öyle görürsün dedi.  Bu sözleri o korkutucu, gür sesiyle söylediğinde hemen onun kölesi kılığına girip boyun eğmiştim, üstelik istemeden gelişmişti bu hareket. Bu korkutuculuk daha da artmadan el yordamı ile evin kapısını bulup kendimi dışarıya attım. Attığım her adımı sanki boşluğa atıyor gibiydim. Düşecekmiş hissi ile ilerliyor ama düşmüyordum. Giriş katında oturduğuma hiç bu kadar sevineceğimi düşünmezdim ve kalabalık bir sokakta oturduğuma bu kadar lanet edeceğimi de. Ben kendime olan bakışımdan kurtulmak için evden çıkmıştım ama şimdi karşı kaldırımdan, üst katlardan, sürat yapan sürücülerin gözünden; kendi perişanlığımı ve gözlerimin görmemesine karşın yine de açık olması ile sağa sola yalpalayarak yürüyüşümü görüyordum. Beni öylesine korkutuyordu ki bu görüşler, görmeyen gözlerimi kapatsam dahi yok olmuyordu hiç. İçimdeki korku büyüdükçe koşarcasına ilerliyordum ama arkamda hep o canavarın olduğunu seziyordum. Ben koşuyordum o yürüyordu. Yavaş ilerliyor ama hiç durmuyordu. Yorulunca durup soluklanıyordum ama o devam ediyordu. Bu yavaşlığını fırsata dönüştürmek ve etraftaki insanların dikkatini kendime çekmek için bağıra bağıra koşarcasına ilerlemeye devam ettim. Hem bağırıp hem koşmak beni inanılmaz yoruyordu. Bağırmayı bıraksam önümü ya da etrafımı görmeden ilerlemek beni yavaşlatacaktı. Yeterince aramızı açtığımızı düşününce karşıdan bana doğru koşarak gelen birinin bakışlarından beş adım kadar ötemde bir bank olduğunu gördüm. O kişi hızla yanımdan geçtiği için adımlarımı sayarak ilerleyip bankın yanına gelince oturdum. Öyle çok yorulmuşum ki, bu yorgunluk beni banka uzanmaya teşvik etti, boylu boyunca uzandım. Sanırım bir müddet içim geçmiş olmalı ya da dinlenirken vaktin ne kadar geçtiğini bilememiştim. Ondan kaçmaya devam etmek için yattığım yerden doğrulup kalktığımda birilerinin görüşünü görmeyi bekledim. Bekledim… Ayağa kalkmak istediğimde yanımda kendi gölgemin haricinde bir gölge hissettim ve omzumda tozların kıpırtısını. İşte tam o zaman hiç uyumadığım kadar ve bir daha uyanmayacağım derin bir uykuya dalma vaktimin geldiği zamandı.

7 yorum:

  1. Merhaba...
    "herkes sadece uyuyunca eşitlenir" Bunu hiç düşünmemiştim, halbuki ne kadar doğru.
    Deeptone sizden bahsetmiş, geldim, okudum ve takibe aldım.
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Deep'in söz ettiği kadar varmış blogunuz. Tasarımda gayet güzel olmuş emeğinize sağlık. Güzel yazılarının devamını beklerim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, başka yazılarda görüşmek dileği ile...

      Sil
  3. geçerken uğradım. booooo :))) senin şu şarkı müthiş falla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiiin! :) Aslında şarkıları değiştirmek istiyorum da, önce karar vermem gereek

      Sil
  4. Suan sicak yatagimda uyumadan onceki son dakikalarimdan oldukca relax bir muzik dinlerken okudum yaziyi cok iyi geldi :)

    YanıtlaSil