20 Eylül 2015 Pazar

BİTİK







    Sakin bir sonbahar akşamıydı, kentin üzerinde ılıklığını, nemliliğini hâlâ sürdüren bir akşam. Gece yaklaşıyordu, gökyüzü batıda hâlâ aydınlıktı, ama kararıyordu, sokak lambaları fersizce parlıyordu. Çelikten yapılma kül tabağımın üzerinde sigaram duman duman tütüyor etrafın görünüşünü hafif bulanıklaştırıyordu. Bu kül tabağını özellikle seçmiştim. ''Niye" diye sorgulayacak olursak; sigara külünü silktiğim zaman çıkardığı o sesi seviyordum. Çoğu zaman arkadaş oluyordu o ses bana... Bir dert, bir suç ortağı... Şu sıralar sebepsizce bir suç işleme isteği vardı üzerimde. Öyle basit bir suç değil ha! Alabildiğine derin, sonuçları düşünmeden...

    Önümde her zamanki defterim açık bir vaziyette duruyordu sanki her an aklımdaki kelimeler ağzımı tüm kuvvetiyle açacak ve birer birer satırlarda yerlerini alacak gibiydiler. Hayır hayır! Biraz daha beklemelerine karar verince ağzımı alabildiğine sigara dumanıyla doldurdum yarısını ciğerlerime yarısını dışarıya paylaştırmamın ardından da koca bir yudum zehir tadında kahve ile... Haliyle yutmuş oldum kelimeleri.

    Defterimin hemen başında siyah pilot kalemin hem ince uçlusu hem de kalını duruyordu. Severim yer yer baskılar yapmayı ve önemsizleştirmeyi. Ama şimdi parmaklarımın arasında ne kalem var ne sigara ne de fincanın kulbu. Kafamda çeşit çeşit düşünceler sadece. Ah onları bir boğuntu hücresinden çıkarsam kim bilir ne suçlar işleyecekler ücra köşelerde. Hazır lafı edilmişken, bilir misiniz boğuntu hücresini? Kelimelerin, düşüncelerin ve hatta bazen insanların bir nevi delirmeye veyahut ölmeye terk edildiği yer orası. İçinde barınan insansa eğer, tabi ona barınmak denilirse, hücrenin küçüklüğünden, sığlığından kamburun çıktığı söylenir. Aslına bakarsanız ben söylüyorum bunu. Boğuntu hücresinde mapus hayatı yaşayan kelimelerse daha girdiği vakit delirip harflerini sivriltip kendilerini kesmeye, yaralamaya başlarlar orada. İşte böyle bir yer bu hücre; insanın insanlıktan çıkıp konuşmayı, nefes almayı, kurtulmayı düşündüren, kelimenin ise kendini yaraladığı bir yer. Ama bakmayın böyle en berbat yanlarını anlattığıma. Bu yerin güzel olduğunu belirten yarım yamalak bir duygu var içimde. Ama ne denli güzel olduğu tartışılır.

     Vakit ilerledikçe, bir sigara daha yandığı yerde küle dönüştükçe gökyüzü iki sokak lambası arasında görünüp kaybolan yıldızlarla doluyordu yavaş yavaş. Gece kentin üzerine iyice çökünce etrafta bangır bangır bir sessizlik alıyordu yerini. Bazı evlerdeki insanlar sofralarında oturuyor, bazıları uyukluyor, sohbet ediyor, sevişiyor, tartışıyor ve saire... Bense, sessizliği evde bir başıma konuşmalarımla bozma zahmetine girişmiştim. Derinlerimde bir şeyler dürtüp duruyor ya da günlük dilde rahat batıyordu. İlk kez dört duvar arasında tek başıma oluşum inanılmaz rahatsız ediyordu beni. Sessizliği bozma zahmeti bedenime yeterince yorgunluk katmamış gibi bir de beynimi yormaya merak saldım birden. Daha önce hiç görmediğim birini düşünmeye başladım. Düşünmek değil de kendime arkadaş tasarlamaya koyuldum diyelim. Bir kadın. Hayır, hayır bir erkek. İki kadının olduğu bir ortamda ses eksik olmaz, insanları çekiştirmek ve hatta laf dalaşına girmeden olmaz. En iyisi erkek olması. Yine saçmalayacağım tuttu. En iyisi mi sessizliği bozma çabalarıma bir de masa başından kalkıp ayak seslerimi eklemek. 
   Bir süre kalkıp kalkmamak arasında kaldım. Ama sonunda uyuşan bacaklarımda kalkmam gerektiğini belirtince mecbur kaldım denebilir. Önce pencereyi hafif aralayıp sokaktaki derin karanlığa baktım bir müddet. Sanırsam 2 sokak öteden bir ses geliyordu. Biri bir şeylere vurup ritim mi tutuyor diye düşünecektim ki çok geçmeden idrak ettim durumu. Karanlığın, tedirginliğin ve hatta bolca korku yüklü bir kadının topuk sesleriydi bu. Çok geçmeden kesildi sesler, girdi sanırım eve ya da birileri sağda solda yakaladı. İşte insan bir başına olunca çareyi yine kendi düşlerinde buluyor. Öyle dalgın gözlerle sokağı seyrederken sanki ensemde bir nefes hissettim. Tüm hücrelerim ürperdi birden, sanki az önce sokaktaki kadının korkusu hızla gelip benim bedenime yerleşti. Arkamı hızla döndüğümde bir şey göremediğime sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. 
Yok içime tedirginlik bir öküz misali oturmuştu bir kere. Tüm evi dolaşmadan da gitmeyecekti. Parmak uçlarımda ilerleye ilerleye en sondaki odadan başlayarak, her kapıyı açışımda bir oh çekerek geri kapattım. Son olarak yatak odama baktıktan sonra tüm tedirginliğimi ayak uçlarımdan bırakmış sallana sallana çalışma odama doğru yürümeye başladım. Hemde ne sallanmak... Bak kızım boşuna korktun bir bok çıkmadı işte diyordu elim,kolum... Hatta öyle bir rahatlık geldi ki gözlerimi bile kapatmıştım. Odaya geldiğimde gözlerimi açtığımda az önce ayak uçlarımdan bıraktığım tedirginlik beynime kadar sıçradı..
     
     Az önce sözünü ettiğim, kendime bir arkadaş yaratayım deyip öyle kısaca, kaba taslak gözümün önüne getirdiğim erkek eksiksiz bir şekilde saatlerce oturup da sonrasında kalktığım sandalyede oturuyor. Daha önce hiç böylesine buz kesilmemiştim ! Aklıma hemen telefon çekmecesinde ki 45 kalibrelik silah geldi ama ona doğru koşsam arkamdan gelebilceğini düşünüp olduğum yerde çakılı kaldım. Çaktırmadan elimle bulunduğum yeri yoklayıp elime geçebilicek ve adamın kafasına vurduğumda yere serebilicek bir şeylere dokunma umuduyla milim milim aradım her yeri... Bu korku yetmiyormuş gibi bir de sesiyle dolup taştı ev. 
- Telefon çekmecesindeki silahı düşündün ama kaçarsam peşinden gelirim diye şimdi burada beni yere serecek bir şeyler arıyorsun. Dedi.
Az evvel sesli mi düşündüm yoksa bu adamın süper  güçleri falan mı vardı. Ah ne salak saçma şeyler düşünüyorum. Bir çita hızında odama kaçtım ve kapıyıda üzerime kitledim. Kapıdan adım adım geri uzaklaşınca yine sesini işittim.
- Hem arkadaş diyorsun aklına beni getiriyorsun hem de benden kaçıyorsun. Ne zor bir yazarsın sen, bak yarattığın karakter bile çözemedi seni.
Sanırım birazdan uykudan uyanırım diye deli deli düşünmeye başladım hatta kolumu var gücümle sıktım ama nafile. Ne ben uyandım ne de o yerinden bir adım kıpırdadı.
- Sendeki bu korkuyu anlayamıyorum, in değilim cin değilim. Üflesen de gitmem kışkışlasanda. Ne bu haller? Hem ben çok sıkıldım burada beni biraz öykülerinin içine katsan olmaz mı? Ya da bir iki çift laf etsen?
- Sen bana zihnimin bir oyunumusun? Beni sen yarattın diyorsun o zaman buradan gitmeni istiyorum, hemen !
- Giderim... Ama şimdi değil. Hesaplaşmamız gereken konu var. İkimiz de senin kafanda dönen düşünceleri biliyoruz.
- Sen benim düşüncelerimi nereden bileceksin? 
Ahh tabi ya! Bilecekti elbet. Benim aklımın sınırlarından gelmişti ya karşıma. Ama ben bu kadar çenesi düşük hayal etmemiştim ya da bu kadar resmi.
- Şimdi neden kurşun grisi bir takım elbise giydiğimi merak ediyorsun değil mi? Bu rengi seveceğini düşündüm bir de durumun ciddiyetine varman için takım elbise giydim. Ben senin hem sormaktan hem cevaplamaktan kaçındığın, senelerce yığınların arasına sakladığın düşüncelerinin, yaşantılarının beden almış haliyim. Dilerdim ki beni bir bedene yerleştirme, toz bulutu halinde çepeçevre sarayım seni...
Düşüncelerim beni nasıl bir bozguna uğrattı böyle? Onlara karşı yenik başladım. Ama yine yığınlar arasına saklamak istiyordum. Ne yapmam gerek bilmiyorum. Nasıl gider bu buradan?
- Haline acımayı bir kez daha onayladım. Biliyorsun ki kafandan ne geçiyorsa sesli söylemesen bile hepsini biliyorum. Hem çağırıyorsun hem gitmemi istiyorsun. Sence de kararsızlığını biraz kenara koysak iyi olmaz mı? Ben artık hep buradayım. Uyuduğunda, yemek yediğinde, yazdığında hatta ve hatta benden kaçmak isteyip dışarı çıktığında bile. Gelelim hesaplaşacağımız konuya. Suç işlemekten bahsediyordun kendi kendine. Biraz bu konu üzerinde duralım, ne dersin?
- O sadece kafamdan ışık hızında gelip geçen önemsiz bir şeydi, üzerinde durmaya hacet yok. Dedim kitlediğim odadan çıkıp mutfağa giderken. Ve benden önce oradaydı. Bu kovalamacadan sıkıldığımı belli etmek için gözlerimi devirdim. Hemde birkaç kez, görmemiştir bahanesiyle.
- Farkında değil misin? Bana alışman çok uzun sürmedi. Korkun geçti. Sanki senelerdir burada seninleymişim ama bana zorla katlanıyormuşsun gibi davranmaya başladın. Aslında ben kendi kendine düşünmeye başladığından beri seninleyim. Biraz idrak etmen uzun sürdü.
Sesine tahammül bile edemiyordum. Söylediklerine cevap bile vermiyordum. Çok sinir bozucu.
- Dediklerin kulaklarımı tırmaladı. Kalbimi kırdın.
Ah bir de sinir bozucu olduğu kadar ukala.
- Hâlâ bir karar veremedin mi? Kafanda dönüp duran suçlardan bir tanesini iki parmağınla tutup işte bu diye göster bana. Hadi, nazlanma.
- Biraz daha konuşursan seni ellerimle boğacağım !
Daha fazla onu dinlememek için aceleci adımlarla yatağıma gittim. Yoktu ortalıkta. Yatağıma uzandım ama vücudumda inanılmaz bir gerginlik vardı. Yanıma gelmemesini fırsat bilip uykuya dalmaya çalışırken içeriden beni rahatsız eden hatta kalkıp bakmamı gerektiren bir ses duydum. Sen misin? Diye seslendim. Bir kez daha... bir kez daha ama bir cevap gelmedi. Mızmızlanan vücutla yataktan kalktım, huzursuzluk vücudumda kol geziyordu artık. Odadan çıktığımda, evimin kapısını ardına kadar açık görünce ağzımdan burnumdan korku salmaya başladım. Ve hatta bacaklarım mum ışığı gibi titretip duruyordu. Sessizce telefon çekmecesini açtım ve birkaç defterin altından sessizce silahı alıp hazır konuma getirdim. Aman Tanrım bu gece bu kadar tedirginlik çok fazla! Ellerim öylesine titriyor ki eve giren kişiyi görsem isabet ettiremem bile. Salona doğru ilerliyorum kaplumbağa edasında. Bakıyorum sağda solda kimse yok arkamı dönüp koridordaki aynada bir karaltı gördüm gibi geliyor. Az önceki havamda bir de aynanın oraya doğru ilerliyorum. Uzaktan kendi yüzüm tam bir seri katil gibi görünüyor. Adımlarıma bakmak için kafamı eğdiğimde birden karşımda beliriveriyor. Tüm cesaretimle tetiği çekecek iken az önceki ukalanın olduğunu görüyorum ve sinirden kıpkırmızı kesilip bağıracak iken lafımın önüne atlıyor.
- Üzgünüm seni biraz hareketlendirmem gerekiyordu. İçinde yaşamak istememeye dair hisler vardı ve hatta kapıyı açık gördüğün an ölmek istedin. Sahi karşına başkası çıksa vururmuydun?
Yüzü birden tuhaflaşmaya başka bir hâl almaya başladı. Bu durumdan gerçekten korkmaya başladım. Kulaklarımın en derinlerinde "vur", "korkma", "tetiği çek" diye sesler yükselmeye başladı. Silahın ucunu sol göğsüne dayamıştım belki korkarda susmaya karar verir diye. Ama aynı ses tekrarlıyordu, durmadan.
- Kes şunu! Beni rahatsız ediyor!
- Bunları sen düşünüyorsun, ben değil. Unutma.
- Hayır! Bana oyun oynuyorsun yeter, kes şunu. Tetiği çekersem yok olur musun ! ?
- Çek tetiği, dene ve gör. Hadi ! Çek dedim sana !
İçimden yükselen cesaret ile tetiği çekmiştim. Her şey susmuştu düşüncelerim bile. O gürültüler yerini sessizliğin kollarına bırakmıştı. Vurmuştum onu, hem de gözlerim kapalıydı. Açtım. Kafamı hafif kaldırdım ve  bir karış ilerideki aynada kendimi gördüm. Sol göğsüm... oluk oluk kanıyordu...

4 yorum:

  1. çok iyi yaa. kasvetli. kara film gibi. boğuntu hücresi sözünü nasıl buldun ya. valla bravo. sonunu da hiç beklemiyordum. nası bi atmosfer yaratmışsın öyle ya. film gibi canlandırdım hepsini :) siyah beyaz bir film olur bu ne güzel :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki de bu öyküyü kafamda senaryo misali kurup yazmışımdır :) kelimelerine sağlık deep

      Sil
  2. Kahve sigara kalem herşey bırakılıyorda bir de düşüncelerimizi bir kenara bırakabilsek.
    Sessizlik binlerce çığlıktan beter malesef.
    Düşüncelerimizin içinde barınan iki kadın olsa gerek bu kadar gevezelerse :) Belkide dediğin gibi sadece bir kadın bir adam kim bilir dinmiyor işte o ses.
    Anca o sesle birlikte sende öleceksen susar düşüncelerin..
    Ne kadar anlamlı yazmışsın tebrik ederim yüreğine kalemine sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Artık uykularımızda dahi susmaz oldu düşüncelerimiz ve biz nedense bir şeyi bitirmenin sonunu ölüm diye düşünürüz, bu yazıyı yazma amaçlarımdan biri de buydu. Çok teşekkür ederim :)

      Sil