30 Nisan 2015 Perşembe

Yankı'nın Vedası /2

    Yankı olayı içinde iyice hazımsadıktan sonra bir şeyler yapmasının gerektiğini düşündü. Acele ile yapması da gerekiyordu ama ne yapacak? Düşünceler.. düşünceler.. Veda'nın ağzından tek kelime çıkamıyordu can çekişiyordu nefesi yetmiyordu. Yankı güçlükle kaldırdı Vedayı. Sanki bütün dünya omuzlarındaydı o an. Sanki ilk kez yürümeyi öğrenen bir bebek gibi atıyordu adımlarını her an düşecek gibi ama onu tutacak biri yoktu. Kimse yoktu etrafta ve çaresizdi, kollarında uğruna ölebileceği sevdiği kızın baygın bedeni vardı ve o hiçbir şey yapamıyordu. Ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Yardım isteyip bağırarak sadece gücünün tükettiğinin farkındaydı. Bağırmayıda kesti. Biraz evvel o yakıp kavuran güneş yerini gri bulutlara bırakmıştı. Çoğalıyorlardı, çoğaldıkça daha çok grileşiyorlardı. Her şey planlı mı diye düşünmedi değil Yankı. Şuan tek istediği zamanı geri alabilmekti ama bunun mümkün olmadığını çok iyi biliyordu.O tozlu dağlarda biliyordu. O tarladaki evdekilerde hatta Veda da mümkün olmadığını biliyordu. O yüzden başka bir şey istemeliydi. Bir araba! Sevdiğini hızla hastaneye yetiştirebilcek bir araba ! Ama ne kulakları duyuyordu ne nefes alabiliyor ne de doğru düzgün düşünebiliyordu. Koskoca ıpıssız yolda bir ikisi vardı birde arka plan manzarası.Veda ile birlikte yere eğildi dizlerinin üstüne çöktü. Yoldaki taşlar çok sivriydi dizlerini acıtıyordu. Ama hiçbir acı kucağındakinden kötü olamazdı. Dünya olduğundan hızlı dönüyor gibi geliyordu Yankı'ya. Midesi bulandı.. Ne fazla gelmişti? Ettiği hayal mi ? Acısı mı ? Sevgisi mi?
Sanki her şey bitmiş gibi bir de kendini suçlamaya başladı. Nasıl bir insan olduğunu sorguladı epeyce. Vedaya sahip çıkamadığına sövdü.. Öyle dalmıştı öyle acı içindeydi ki yaklaşan araba sesini çok sonradan duydu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleri parladı. Veda kucağında olduğu için ayağa fırlayamadı. Bir elini başının altından çekip kolunu var gücüyle salladı şoför onu görsün diye. Oysa buna gerek yoktu bu ıssızlık tarlasında bir tek o ikisi vardı. 87 model bir Chevrolet  Impala ortalama hızla yaklaştı. Araba tam yanına gelince Saçları bembeyaz hafif kilolu 50-55 yaşlarında bir adam kafasını az ileri uzatıp;
- Hayırdır genç bu vakit ne işin var burada?
- ...
- Bir sorun mu var yardım edeyim mi?
- Kız.. kız arkadaşım yaralı lütfen, lütfen hemen yardım eder misiniz.. lütfen..
Büyük bir kapı gıcırtısıyla arabadan indi adam, nereden geliyordu bu soğukkanlılığı..
Yankı adamı uzunca bir süzdü ama hiçte nasıl olduğunu sorgulayacak halde değildi.
Artık aceleci davranmaları gerekiyordu zamanla yarışıyorlardı bir bakıma. Sevdiğini kaybedemezdi buna imkan veremezdi. Tekrar Vedayı sıkıca kucakladıktan sonra arabaya bindiler. Yaşlı adam kontağı çevirip gaza öyle bir bastı ki herkes sarsıldıktan sonra araba biraz hızlanıp sonra yavaş ilerlemeye başladı.. Yankı telaş içinde;
- Ne oluyor? Biraz daha hızlı süremez misiniz lütfen onu kaybetmek istemiyorum.
- Ağır ol delikanlı arabaya o kadar yüklenirsem hepimiz bu yolda kalırız kimsede gelip geçmez bu yoldan.
Yankı iyice şüphelenmeye başlamıştı adamın bu tavırlarından. Ama Veda'yı düşünüyordu. Çok yakındı onu kaybetmeye. Veda bile edememişti, kaybedemezdi. Buna izin vermeyecekti. Kucağında yatıyordu öylece sanki huzurlu bir şekilde uyuyordu nefesi kesiliyordu ara ara. Yankı yüzüne baktı Vedanın sırtındaki acısını hissetti kendinde. Daha çok telaşlandı. Adama bağırmaya başladı.
- Amca kullanmayı bilmiyorsan çekil ben kullanayım burada söz konusu can meselesi hiç mi umrunda değil ya !
Adam dikiz aynasından kaşlarını çatarak Yankı'nın hüzünlü çaresiz gözlerine değdirdi bakışlarını.
- İn ulan arabadan hergele ! İn dedim. Yetti be yol boyunca.
Yaşlı adam arabayı durdurup hızla kapıyı açtı Yankı'nın durduğu kapıyı açıp parmağınla asfaltı işaret ederek yıllardır sigara kullanmaktan çatallaşmış sesiyle sözlerini tekrarladı.
- İn ulan ! Yol boyunca lafların yetti bizim çocuklar bir hata yapmış onu halletmeye geldim. Doğru anı kolluyordum ama daha fazla katlanamam sana yetti be in aşağıya !
Yankı hiçbir şeyi anlamadan Vedayı'da kucaklayıp arabadan indi. Adam hemen şoför koltuğunun oraya gitti kısa bacaklarıyla koca adımlar atarak. Tekrar Yankı'nın yanına gelip çok ciddi bir şekilde;
- Sende son vedanı et evlat kız arkadaşına.
Yankı kafasını kaldırdığında kendine doğrultulmuş gece gibi simsiyah bir silah gördü. Yüreği ağzına geldi neye üzüleceğini şaşırdı. Ne diyeceğini unuttu. Yalvarmaya ağlamaya başladı;
- Dur amca yapma ne yapıyorsun ! Bizi hastaneye götürecektin buda ne şimdi yapma gözünü seveyim bak can var kucağımda senin hiç mi yok çoluğun çocuğun onları düşün.
- Ulan onlar açtı zaten  başıma bu işi senin kızı onlar bu hale getirmiş şerefsizler. Sonra bizim başımız yanmasın diye yapıyorum bunu ben çok mu istiyorum sanki mecburum.
- Amca yapma nolur bak götür bizi hastaneye vallahi şikayetçi olmayacağım yalvarırım götür bizi hastaneye. Ben ne derim ailesine nasıl affederim kendimi onu kaybedersem.
- Buna gerek kalmayacak delikanlı bunu düşünecek vaktin olmayacak çünkü.
Yankı lafını tam bitirdi ki silah patladı her yerde. Defalarca.. Asfaltta ki taşlarda patladı önce sonra tarladaki buğdaylarda, ağacın gölgesinde tozlu dağlara ulaştı sonra. En son gökyüzündeki gri bulutlarda son buldu ses. Ve o bulutlara hapsoldu.


...

Gözlerini açtığında beyaz ışıklar gözünü aldığından tekrar kapadı. Bir kaç kere denedi gözlerini açmayı ama çok güçlük çekiyordu. Bir kaç kez daha denemenin ardından tamamen açabildi gözlerini. Her yer olabildiğine beyazdı. Ve de soğuk. Kutup soğuğu. Hiçbir şey anlamlı gelmiyordu. Sonra başında biri belirdi. O kişi de bembeyazdı ne hikmetse. Yuvarlak çerçeveli gözlükleri vardı. Dudakları aralandı bir kaç kelime çıktı ama duyamıyordu. Elini omzuna koydu ve bir kez daha tekrarladı;
- Yankı Bey iyi misiniz?
Konuşmak istedi ama başarılı olamadı sanki üzerinde tonlarca ağırlık var gibi dili de yokmuş gibiydi. Gözlerini kapattı usulca.. Bir süre sonra tekrar uyandı. Belki bir iki saat belki gün belki hafta. Ama üzerinde o ağırlık yoktu, yavaş yavaş konuşabiliyordu da. O yuvarlak çerçeveli tekrar geldi. Yavaş bir şekilde olanları anlattı ama Yankı anlamakta güçlük çekti. Bir şey eksikti. Veda.. Aylar sonra ağzından çıkan ilk kelimeydi. Veda..
Başını öne eğdi doktor. Üzgünüm demekle yetindi. Ne demek üzgünüm?
Yankı hızla doğrulmaya çalışsa da onu tutan bir sürü el oldu, arkasına yaslanıp;
- Veda'yı görmem gerekiyor. O nasıl iyi mi? Beni ona götürün !
- Üzgünüm Yankı Bey, Veda'nın durumu çok kötüydü sizi bulduklarında tutunamadı.
- Ne demek tutunamadı ! Beni Veda'ya götürün !
Herkes Yankı'yı sakinleştirmeye çalıştırıyordu epeyce bir zaman sonra yatıştı. Aklından geçen tek kelime Veda'ydı. Kaybetmişti. Kızıyordu ona. Tutunamayanlar dedirtmişti kendine. Neden bu kelimeyi yakıştırmışlardı ona? Tamam Olric'i severdi ama onlar nereden bilecekti. Veda edememişti. Seni seviyorum diyememişti gözlerine uzun uzun bakıp.. Vedası kalmıştı içinde..
 ...

Aylar geçti. Her şeyin başladığı noktaya geldi Yankı. Tam her şeyi hayal ettiği yerde durdu. Ve tarlaya baktı önce, sonra hayalindeki yaptığı eve baktı. Etrafındaki ağaçların gölgesi tam hayalindeki gibiydi. Her şey benzesin diye çok uğraşmıştı.Ev için uğraşmıştı epeyce. Ama tek fark o bu evin içinde Veda'nın ona bıraktığı mutluluklarla ve üzüntüyle yaşayacaktı. Issızlık tarlasında bir başına, acıyla, kederle, Vedasız...

25 Nisan 2015 Cumartesi

Veda'nın Yankı'sı

...
      Habersiz, plansız bir kaç ufak eşya alıp kafalarının estikleri yere doğru arabayı sürmeye başladılar. 
Veda arabanın sağ tarafına geçti. Pencerenin yarısı açık ayaklarını da arabanın içinde uzattı, rüzgarın pencereden saçlarına ulaşıpta sırma saçlarını uçuşturması en sevdiği şeydi çünkü. Yankı da arabayı sürerken etrafın keyfini çıkarmak için fazla süratli gitmiyordu. Fazlasıyla sessizlerdi. İçlerinde tuhaf bir mutluluk anlam veremedikleri bir sezgi vardı. Yankı biraz gerçekçi biriydi. Veda ise fazla hayalperest. İkisi de bu huylarından vazgeçmiyordu. Aslında bu yolculuk Veda'nın işine yaramıştı bir nebze. Yankı'ya kendi hayallerinden biraz aşılar diye düşünüyordu.
 Gittikleri yer pek belirli değildi. Bir bakıma boşa sürüyorlardı. Yaklaşık 1 saat kadar boş yolda boşa ilerledikten sonra. Arabanın gürültülü sesi ikisini de rahatsız etti. 
- Kafam şişti duralım artık dedi Veda. 
Yankı başıyla onayladıktan sonra ayağını gaz pedalından çekip yavaş yavaş frene bastı. Sonunda durdular.. 
- Ne de çok ses çıkarıyor bu hurda yığını.
Arabadan ilk inen Veda oldu ardından da Yankı. Ellerini gözüne siper ederek uçsuz bucaksız buğday tarlasına baktılar. Güneş tam tepede, kavuruyordu ortalığı. Yaklaşık 2-3 dakika bu uçsuz bucaksızlığa, tozlu dağlara baktılar. Ufak bir çocuk gibi hafif sıçrayıp gülümsedi Veda, Yankıya yönelerek; 
- Madem buraya geldik,bir şey bizi buraya getirdi ozaman bir şey deneyeceğiz..
-  Saçmalama ! Issız bir yerdeyiz başımıza bir şey gelir bin arabaya geri döneceğiz.
- Yaa lütfen sadece 5 dakika..
Bileğinde sarılı olan fuları büyük bir sevinçle çözdü ve Yankı'nın gözlerine bağladı sıkıca.Yankı her şeyden bir haber sesini çıkarmadı. Sessiz durdular bir müddet. Çünkü Veda kafasında bir senaryo kurma çabasındaydı.
- Eee ne olacak şimdi? dedi Yankı.
- Şimdi az önce gördüğün tarlayı getir gözünün önüne ama bu koskoca tarlanın ortasında ufak derme çatma bir evi düşün etrafında da bir kaç büyük ağaç olsun gölgeleri olsun kocaman. Evin yolu da şuan bulunduğumuz yere kadar uzansın çakıllı bir yol olsun ama.. Evin içinde de bir karı koca ve biri kız diğeri erkek 5-6 yaşlarında çocuk olsun..
- Ya şimdi neden böyle bir şey düşüneyim ne saçma.
- Beni mi kırıcaksın Yankı hadi lütfen düşün dediklerimi.
- Tamam tamam. Devam et sonra?
- Sonrasını sen getireceksin işte anlat bakalım neler oluyor o evde.
- Ya böyle saçma şey mi olur nereden bileyim ben ne oluyor.
- Yankı sadece düşün ve aklına ne geliyorsa söyle işte çok basit.
- Bir deneyelim bakalım.
Evin içinde herkeste bir sessizlik var. Kadına yılların yorgunluğu çökmüş. Çocuklar desen garibim çocukluk nedir bilmiyorlar. Babaları fazla sert, vurdumduymaz, bir kendini düşünüyor sadece. Kadın çok yorulmuş bundan. Her ufak hatasında okkalı bir tokat yemekten takati kalmamış hiçbir şeye. Çok kez kaçıp kurtulmayı denemiş ama nereye kaçacak bu tarlada? Her seferinde kocası yakalamış saçından sürükleye sürükleye eve getirmiş. En çokta yavrucaklar üzülüyormuş bu duruma. Anneleri sonunda bir yol bulmuş. Her zamanki gibi kadın ev işleriyle uğraşırken adam da dışarıda kapının önündeki ağacın gölgesinde püfür püfür sigara içiyormuş art arda. Kadın da elinde yıkadığı çamaşırları doldurmuş bir leğene. Çamaşırların arasına da mutfaktan aldığı bıçağı saklamış. Gözü pek, korkusu yok kadının bıçaklayacak kocasını tam sırtından. Kurtulacak bu koskoca dertten. Kadın dışarı çıkıyor. Leğeni de yere bırakıyor ama bıçağı üstündeki çiçekli fistanın koluna yerleştiriyor. Başlıyor uygun anı beklemeye..Kocası ayağa kalktığında kadın hızla dönüp bıçağı tam saplayacakken adam o narin bileklerinden tutup; Ne yapıyorsun lan sen? deyip okkalı bir tokat geçiriyor kadına. Kadın bir kaç adım öteye savruluyor haliyle. Adam sinirden kıpkırmızı oluyor, küfürler etmeye sinirden ağzı köpürmeye başlıyor. Bunla mı kurtulacaksın benden deyip elindeki bıçağı gösteriyor yerde boylu boyunca yatıp ağlayan kadına. Kadın tek hamlede ayağa fırlayıp hafif tökezleyerek koşmaya başlıyor. Bizim bulunduğumuz yere doğru koşuyor diyor Yankı ve devam ediyor. Adam da arkasından koşuyor kadının küfürler edip bıçağı sallayarak. Kadın var gücüyle koşuyor, elbisesinin etekleri uçuşarak.. Adam iyice yaklaşıyor kadına, kadın ağlıyor. Ve Yankı'yı geçiyor kadın. Adam da tam o sırada kadının sırtına saplayıveriyor bıçağı. Kadın kaskatı kalıyor.
- Bitti işte bu kadar Veda. Gerisi yok kadın öldü hikaye bitti.
- Veda ! Sana diyorum çöz artık şu gözümdeki şeyi. Bitti anlatacağım şey.
- Vedaaa !
- ... .
Yankı oflayıp gözündeki bandı kendisi çözüyor.Gözlerini kısıyor güneş gözünün içine giriyor diye. Bu kısık gözlerle arkasını dönüp Veda ya bakıp kızacakken. Veda'nın gözleri fal taşı gibi açılmış kaskatı bir şekilde dururken görüyor. İki kişiyi de arabalarına binip hızla gaza basarken.. Sessizce bıçaklamıştı bu şerefsizler Veda'yı. Neler olduğunu anlayamıyorken Veda yere düşüyor. Yankı hızla Vedaya doğru koştuğunda sırtına saplanmış bıçağı görüyor. Gücünün yettiği kadar bağırıyor. Yardım istiyor. Ama kim duyacak onu bu ıssız yerde. Kim duyacak..
Keşke diyor keşke her şey hayal olsaydı. Gerçek olmasaydı.. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor, kafasını Veda 'nın sırma saçlarına gömüyor. Ağlıyor Yankı. Keşke bir kere de hayal olsaydı her şey diyor. Ama çok iyi biliyor her şeyin gerçek olduğunu. Ciğerleri yırtılacak gibi ''Veda'' diye bağırıyor. Ve bu tarlanın bu tozlu dağların her bir yerinde yankılanıyor bu ses. Sonrasında her şey acı bir sessizliğe bürünüyor. Sessiz.. Çok daha sessiz oluyor her yer..

22 Nisan 2015 Çarşamba

YALNIZLIKLAR

       
         
          
              Neresinden bakılırsa bakılsın,
                  Her cümlede bir çift göz vardır
           ve her noktada bir insan.
                    O insan ki, bakar bize ve ötemize;
          ve o insan ki, giyindiği zamanın gerisinden sorar
                  hep kaygılanır, duraksar ve sessizdir;
          ve geldim demenin bir sessizliği varsa, öpüşelim
                   demenin, sen hala gitmiyor musun demenin ya da
           ölmek istemenin bir sessizliği varsa,
                 kelimeleri de vardır sessizliğin
                duruşun kelimeleri vardır;
        bakışın, uzanışın,
    gülüşün...

 Ama yalnızlığın kelimeleri yoktur.
O, bütün kelimelerden oluşmuş bir kelimedir. 


Masa çırılçıplaksa bir sandalyeyi gösterir bize,
siyah beyazı, beyaz siyahı gösterir.
Uzatmıştır parmağını bir çocuk, uzakları;
uzaklarsa çocuğu gösterir.
Ottur taş dibinde salınır boyunca, rüzgarı;
ve rüzgardır çullanır üstüne
otu gösterir.
Adımlarınızın ürkekliğidir,
basacağınız yeri;
kuştur gökyüzünü,
gökyüzüdür kuşu gösterir.
Ne
neyi
neyle örterse örtsün,
her şeyin bir göstereni vardır.

Yalnızlığı gösterense, her şeydir.


Ölülerin dönüp dolaşıp bizde yaşamasıdır yalnızlık.

Her ölü ölümünü kanıtlar,
yani yaşadığını;
ve biz durup dinlenmeden ölümlere ekleniriz,
kurtuluş yoktur.
Yazılmamış kitaplardır ölüler
ve zamanın rafına kaldırılmış gümüşlerdir.
Onlar ki, bir yanlarını bırakırken bize,
bir yanımızı götürmüşlerdir.

Bu yüzden alışverişimiz hiç eksilmez onlarla;
uçsuz bucaksız bir çölde
ya da dağların ardındaki bir dağ başında
kendi kendimizle konuşuyorken bile
onlarla konuşuyoruzdur.
Dedikleridir dediklerimizin birazı,
birazı onlara diyeceklerimiz.

Hiç kuşkusuz, dünya ölülerle ağırdır;
ve yeryüzü onlarla kalabalık.

İçimizdeki suç kurdu kımıldadıkça onları anarız.
Çünkü, her diri ölüyü yağmalar
- ki biz de bulaşmışızdır o talana.
Ayakta kalma duygumuzu doyurmak için
bir atmaca olmuşuzdur
ölüye,
ay ışığında canlı canlı parlayan bir saltanat
kurmuşuzdur mermerden;
taşına yaldızlı harfler döşemişizdir ince ince,
ardından çiçek konvoyları yürümüştür
renkleri tekrarlayarak,
ardından gül şerbetleri, ilahiler,
sonra cennet yeşili hüzünlerin çekip çevirdiği törenler.
Üstelik, ölümü biraz daha gerçek kılmak için
gazetelere ilan vermişizdir.

(Çünkü, ölümler işitildiği an gerçekleşir
ve işitilen kadardır.)
Gene de her şey boşunadır;
biz öldürdükçe yaşar ölüler.
Upuzun gölgeleriyle (ölüm insanı biraz daha büyütür)
içimizde gezinirler;
kımıltılarımıza dokunurlar hatta,
bakışlarımıza bulaşırlar.

Ölülerin dönüp dönüp bizde yaşamasıdır yalnızlık.

                                                                       HASAN ALİ TOPTAŞ

18 Nisan 2015 Cumartesi

Hoşça Kal !

     Hoşça kal, beni unutuncaya dek!

Gidiyorum, zamanım kalmadı
Rüzgâra yeni sorular sormaya.
Ve cevabını alamamaya
Yürüyorum sallanarak
öylesine acelem var,
bekliyorlar beni bir yerlerde
bir şeylerle suçlamak için,
ağız dolusu laflarla canımı acıtmak için,
kendimi savunmam gerek;
kimse bir şey bilmiyor
bilme gereği duymuyor
kimse bir şey bilmiyor
acil olmasının dışında.
Bu hızla ilerlersem,
gitmezsem kapanacak kapı,
nasıl savunabilirim kendimi
çalarsam ve kimse açmazsa kapıyı?

Hoşça kal, konuşacağız daha önce,
ya da sonra; hatırlamıyorum,
belki de karşılaşmadık bile daha önce
ya da haberleşemiyoruz, hep engel bir şeyler
Böyle çılgın alışkanlıklarım var,
konuşuyorum, kimse yok, dinlediğim yok,
sorular soruyorum kendi kendime
ve asla yanıtlamıyorum.

Hoşça kal, yollarımız kesişmeyecek bir kez daha.
Sorulmayacak halin hatrın.
Hoşça bak kendine; umutsuz, tükenmiş gözlerine
Ve hoşça kal, sevilmeyeceksin bir kez daha böyle.


15 Nisan 2015 Çarşamba

      Yaşam tekrarlardan oluşuyor..
Tekrarların tekrarından. Ve zaman "bugün farklı olmalı bir önceki günün aynısı değil" lafını hiçbir an dinlemiyor. İlerliyor. Durmaksızın. O da her gün aynı saatte başlayıp aynı saatte bitiyor. Bitiyor..

13 Nisan 2015 Pazartesi

Düşünce heykeli


İfade edemiyordu kendini hiçbir insanoğluna. Tane tane anlatıyordu bir eli omzunda diğer elinin de parmakları hepsi bir noktada birleşmiş, her cümlesi bak kardeşimle başlıyordu. Bunları anlattığı insan uzaylıydı sanki. Bön gözlerle bakıyordu kendini ifade etmeye çalışan adama. Eeh! Yetti be deyip o insanı bırakıyordu. Ki o adam sanki yıllardır hapisteymiş de yeni çıkmış gibi bir o yana bir bu yana ceylan gibi sekerek uzaklaştı. Şaştı kaldı adam. Böylesine mi bunaltıyorum milleti diye beynindeki kurtlar hareketlendi rahat vermediler ona, kendini sorgulatıp durdular. Sıkıldı adam. Yürüdü..yürüdü.. Bir heykel gördü göz ucuyla. Kendisi gibi o da düşünceliydi. Aynaya bakıyor sandı bir vakit. Daha net görmek için uzun soluklu adımlar attı. Hızlı, kavuşmak istercesine. Heykeli gördüğü yere geldiğinde yanıldığını gördü.İçi burkuldu bir hayli. Sonra buz gibi mermere oturdu,hissiz. Dirseğini dayadı dizine. Elinin tersini de çenesiyle dudağına yerleştirdi. Diğer elini de dizinden aşağı salıverdi.Başladı hunharca düşünmeye,beyninde fırtınalar yaratmaya. Ayakları taşlaştı önce sonrasında vücudu sonrasında da geri kalan yerleri. O da kafasındaki fırtınada bir oraya bir buraya savrulup çarpa çarpa acıyla can verdi. Bedenide kalmadı aslında geriye. Sadece heykeli. Düşüncesiz,ruhsuz ama bir o kadar yorgun..

8 Nisan 2015 Çarşamba

Bilinmeyen, bilinemeyen..

    Bilmezdi batan Güneşi, sonrasında onun yerine geçen  Ay'ı. Bilmezdi mevsimin ayazını, açan laleleri. Dilsizdi,kapalıydı hep gözleri.. Bilmezdi gitmeleri.. Güneş hiç batmayacak sanardı. Öyle söylemişlerdi ona. Hiç canının yanmayacağını, aşık olmayacağını sanırdı. Sonra aşık oldu,birisinin sesine.. Canıda yandı epeyce. Sonsuz olacak sandı. Yine yanıldı. Dünyası karanlıktı onun. Güneş hep içini ısıtıyordu o dünyayı hep aydınlık diye farzediyordu. Sonra biri ona farzettiklerinin aslında öyle olmadığını söyledi. Afalladı inanmadı başta. Belli edemedi hiç kederini. Ne mimik yapacağını bilmiyordu çünkü görmemişti daha önce. Aslında mimik ne demek onu da bilmiyordu. İki gözü bir ağzı olduğunu biliyordu sadece. İnanmak istemiyordu lakin inanmamak gibi bir lüksü de yoktu. Sonra ne mi oldu? Bir ömür yanılgılarıyla yaşadı işte. Nasıl yaşadığı ne hissettiği meçhuldü..

7 Nisan 2015 Salı

Yüksek Sesli Sessizlik


Bir sessizlik içindeydik konuşmuyorduk; vapurları, bir sağa bir sola simit peşinde olan martıları seyre dalıyorduk bulunduğumuz yerde. Bu yere nasıl gelmiştik bilmiyorduk. Belki de burada durmak istememiştik de yorulduğumuzdan öylece duruvermiştik. Seyre dalıyorduk haşinle köpüren dalgaları. Suların sıçrayıpta üzerimize gelişini ses etmiyorduk. Mevsimlerden zemheriydi. Soğuktu. Beyazdı. Martılar harici her şey sessizdi. Sanki her şey anlaşmışta hadi susalım demişlerdi. Sen de susuyordun. Ben de öyle. Biz de mi anlaşmıştık yoksa? Alışılmışın dışında sessizdi her şey gün ortasında öylece. Yüksek sesli sessizlik kulakları sağır edercesine sessizdi..
Gün haber veriyordu "birazdan batacağım karanlığa bürüneceksiniz haberiniz ola" diye. Yine sessizleşiyordu her yer. Martılar da yorulmuştu artık uçmaktan. Bağırışmaktan birbirlerinin simitlerine göz dikmekten. Onlarda sessizlik sıfatlarını takınıvermişti. Biraz yürümeyi tercih ettik nedense ikimizde aynı dakika da. Ama çok zorlanıyorduk ilerlemekte. Adım adım sessizlikti her yer. Bir sağ omzumuza çarpıyordu bir sola. Acıtıyordu canımızı. İki adım atabildik en fazla sonra yine durduk. Hava kararıyordu. Sen de öyle.. Sessizlik seni de ele geçirip kendinden biri yapmıştı sonunda. Karşı koyamadın tabii elinden gelen daha çok susmaktı. Sende sustun. Bense dört bir yanımı çeviren sessizliğe bakakalabildim sadece..

3 Nisan 2015 Cuma

Yığınla Yorgunluk

      Yorulmak istemiyorum bir başıma, sizin de yorulmanızı istiyorum yanım sıra.Nasıl yorulmayız bu güz mevsiminin üzerine yağan o iri taneli yağmurdan, şehrin bitmek bilmeyen gürültüsünden, ışıkların fazla olup gözümüzü ağrıtmasından,bir yere varabilmek için kilometrelerce yürümekten.. Gelin bir kez olsun yorulalım bunca şeyden..Yorulalım yaşamaktan, her gün aynı havayı solumaktan. Sahte gülüşlerden, sahte gözyaşlarından yorulalım. Rutinlikten, her gün aynı saatte uyuyup aynı saatte uyanmaktan, aynı yöne gidip aynı yüzleri görmekten yorulalım. Aynaya bakıpta gördüğümüz suretten yorulalım da gözlerimizi kapatıp ya derin bir uykuya dalalım ya da şöyle bir durup soluklanalım. Malum fazlasıyla yorulduk her şeyden...